SANA GÜL BAHÇESİ VADETMEDİM



   'Sana Gül Bahçesi Vadetmedim' romanı, son zamanlarda okuduğum en etkileyici romanlar arasında kendine yer buldu. Joanne Greenberg'in kendi yaşamından esinlenerek yazmış olduğu bu kitap, akıl hastalarının iç benliklerine ışık tutmaktadır. Genç bir kızın acımasız bir dünyaya karşı verdiği mücadele kitabın ana konusu denilebilir.  Varlıklı bir ailenin ilk çocuğu olan Deborah, doğmuş olduğu dünyaya bir türlü kendine kabul ettirememiştir. Oysa kendisi hep el üstünde tutulmuş, her istediği yapılsa da ruhunun en derinliklerinde hep bir eksiklik hissetmektedir. Belki bunun kaynağı çocukken gittiği kampta yahudi kimliğiyle alay edilmesiydi. Yahudi kimliği ona yaşadığı hayatta zorluklar çıkarmıştı. Aslında eksik ve yalnız hissetmemeliydi Deborah. Birileri utanıp sıkılacaksa bu hastalıklı düşünceleri barındıran dünya olmalıydı. Maalesef Deborah tüm dünyanın çekmesi gereken hastalığı aldı üstüne. Bu çivisi çıkmış dünyadan kendisine hayır gelmeyeceğini anlayınca Deborah, kendi dünyasını kurmakta hiç tereddüt etmedi.

   Zengin hayal gücü ile yaratmış olduğu bu dünya artık onun yeni eviydi. Ne zaman üzülse sığınacağı bir limanı olmuştu artık. Yaratmış olduğu bu dünyayı o kadar gelişti ki artık bu dünyanın kendine ait bir dili, tanrıları ve tanrıçaları vardı.Tanrılar ona demişti ki:'Bizim kuşumuz olabilirsin, rüzgarla özgürce uçan, Yabanıl atımız olabilirsin, başını sallayan ve utanç duymayan' demişti. Deborah orada özgürdü, Ama bu dünyanın tanrıları Deborah'a bu dünyayı kimseye anlatmayacağına dair yemin ettirmişlerdi. Yeminin bozulması söz konusu olursa büyük bir ceza bekliyordu Deborah'ı. Ve bir gün bu iki dünya arasında büyük bir savaş oldu ve kaybeden sadece Deborah olmuştu.

  Aklı başında ve bu hastalıklı dünyaya bağlı olan insanlar onun normal olmadığı hükmünü verdi ve Deborah on altı yaşında akıl hastanesinin koğuşunda yan odalardan gelen çığlıklarla yaşamaya alıştı.

   Dr. Fried yeni gelen genç hastasının sorunlarıyla ilgilendi. Onu gerçekten dinledi ve on altısındaki bu kızı kendince kurtarmaya çalıştı. Deborah başta vermiş yemini korumaya çalışsa da bir gün dünyasına ait olan diliyle kullandığı bir sözcük çıktı ağzından. Dr.Fried kendisine atılan bu yardım elini tutmaya çalıştı kendiliğince. Ama tanrılar sinirliydi ve cezalar kaçınılmaz oldu Deborah için. Sinir krizleri, kollarını yakma gibi şeylerle atlattı soğuk koğuş odalarında. Koğuş arkadaşları da bu hastalıklı dünyanın kurbanlarıydı. Bazıları ile arkadaş oldu bazılarıyla hiçbir şey.  Eskiden kendine işkenceler yapan bir hasta şöyle demiş:' Bunları bana  dünya yapmasın diye yapıyorum. Eninde sonunda oluyor bunlar, bu şekilde hiç olmazsa kendi yıkımımı kendim yönetiyorum'.Demişti. Deborah da kendi yıkımını acımasız dünyaya bırakmak istemiyordu.

   Zorlu geçen yılların sonunda Deborah kendi yaratmış olduğu tanrılara artık dur deme gücünü kendinde buldu ve hastalıklı da olsa bu yaşamış olduğu dünyaya karşı dimdik durabilmek için sığındığı limanı yaktı. Ve acımasız dünyanın sert dalgalarını dimdik karşılamak için çabaladı.

  Deborah  karakteri şuana kadar okumuş olduğum kadın karakterlerin en güçlüsü. Böyle karakterler tanımak beni mutlu ve ümitli ediyor. Eğer bu kitabı okumadıysanız hemen okumanızı tercih ederim. Deborah'ın hikayesinde mutlaka hayatınıza anlam katacaktır.







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mercedes Mon Amour (Sarı Mercedes) 1993 Film İncelemesi

ÇOCUK YASASI

Wall Street (1987) Film İncelemesi