Magnolia (1999) Film İncelemesi

EXODUS 8:2

Magnolia; son zamanlarda izlediğim en uzun film olduğu halde üç saat beş dakikalık süresine rağmen hiç sıkmayan ve "Güzel film uzun olur" teorisini muhteşem bir şekilde destekleyen güzel bir filmdi.Film ilk önce Sydney, sonrasındaysa Boogie Nights filmleriyle akıllara kazınan başarılı yönetmen Paul Thomas Anderson'un baş yapıtlarından birisi ve bu yazıda da Magnolia ile Boogie Nights'ı olabildiğince karşılaştırmaya çalışacağım.Film gerek müzikleri,gerek göndermeleri,gerekse de olay örgüsü ve senaryosuyla müthiş bir filmdi yazımın ileriki kısımlarında bunların hepsine teker teker değineceğim.


Kadro ve Paul Thomas Anderson evreni:

Filmin kadrosu eğer öncesinde Paul Thomas Anderson'ın kariyerinin ilk dönemlerinde çekmiş olduğu meşhur uzun metraj filmlerinden birisini izlediyseniz size eminim ki tanıdık gelecektir.Bildiğiniz üzere bazı yönetmenlerin favori oyuncuları vardır.Quentin Tarantino'nun favori oyuncuları; Samuel L. Jackson,Tim Roth ve Uma Thurman'dır,Martin Scorsese'ninki ise Robert De Niro'dur ve bu oyuncuları bu yönetmenlerin iki,üç belkide dört filminde görürüz.Paul Thomas Anderson'ın da oldukça başarılı favori oyuncuları vardır.Bana göre yönetmenlerin favori oyuncularının olması gayet güzel bir şey çünkü yönetmenler bu oyuncular ve film göndermeleri ile bir evren kurarlar.Quentin Tarantino'nun Pulp Fiction,Reservoir Dogs ve Kill Bill serisini izledikten sonra filmler arasında bir bağlantı olduğunu ve yönetmenin farklı bir dünya yarattığını hissedersiniz.Bu evren kavramı tabii ki Thomas Anderson için de oldukça geçerli.

Filmimizde rahmetli ve Anderson'ın beş filminde oynayan Philip Seymour Hoffman,farklı bir güzelliğinin olduğuna inandığım muhteşem oyuncu Juliane Moore,Anderson'ın üç filminde oynayan komik ama son dönemlerde oynadığı filmler ile gözümden düşen John C. Reilly ve son olarak diğer potansiyeli olduğu halde aksiyon filmlerinde kendini hiç eden oyuncuların aksine muhteşem bir kariyere sahip olan,mükemmel oyuncu Tom Cruise yer alıyor.Tabi William H. Macy ile Philip Baker Hall'ı da unutmamak lazım.

Genelde bir filmin kadrosundan bu kadar uzun uzadıya bahsetmem,peki bu filmde bahsetmemin sebebi ne olabilir? Sebebi şu;bu filmde yaklaşık sekiz insanın başından geçenlere şahit oluyoruz ve yönetmen sadece Tom Cruise ve Juliane Moore gibi ünlü oyuncuları göz önünde tutmak gibi bir hata yapmak yerine bu sekiz kişinin hepsine eşit derecede yer vermiş ve herkesi bir nevi başrol yaparak güzel bir iş çıkarmış.


Film müzikleri ve görselliğine nazaran daha çok senaryosu ile öne çıkan bir film.Film aslında sekiz kişinin hikayelerinin ayrı ayrı ele alındığı ama bu derinden bağlı olan hikayelerin ustaca birleştirildiği bir senaryoya sahip.Genelde böyle farklı hikayelerin ele alındığı filmlerde hikayelerin filmin ilerleyen dakikalarında doğrudan doğruya birleşmesini bekleriz.Mesela Amores Perros (Paramparça Aşklar Köpekler) filminde bir araba kazası bütün karakterlerimizin hikayelerini birleştirirdi ve kazanın sonrasında bunun etkilerini görürdük ama Magnolia'da bazı karakterlerin birbirleriyle alakası yok.Bu durumda da karakterler arasındaki bağları anlatılan hikayelerin konularının benzerliği ve alt metinleri sayesinde kuruyoruz.Bu filmde ve Boogie Nights gibi Thomas Anderson bazı filmlerinde gördüğümüz üzere ortadaki baba figürü ve bu figürün çocukları ile olan ilişkileri inceleniyor.Magnolia'da ortada üç tane baba figürü var;birincisi eşini aldatıyor ve ölümüne terk ediyor,ikincisi kızı ile ilişkiye giriyor ve üçüncüsü ise oğluna değer vermiyor,çocuğunu ihmal ediyor.Bu baba figürlerinin yanında birde herkesin günahlarının bedelini ödediğini,herkesin ikinci bir şansı hak ettiğini ve hayatta her şeyin mümkün olduğunu anlatan ve bol bol İncil'i vurgulayan bir alt metine sahip.Hikayedeki karakterler de bu baba figürlerinin ve bu alt metinin ekseninde şekilleniyor.

İzninizle bu filmin senaryosu ile Boogie Nights'ın senaryosunu karşılaştırmak istiyorum.Biliyorsunuz Boogie Nights'taki ana karakterimiz Dirk Diggler da annesi ve babasından alamadığı sevgiyi ve ilgiyi yönetmeni Jack ve rol arkadaşı Amber'da arıyordu ve de filmin sonlarına doğru yine yaptığı hatalarının bedelini ödüyor,sonrasındaysa yeniden eski şöhretine kavuşmaya çalışıyordu.Magnolia'da da durum çok farklı değil sadece bu olgular farklı bir bakış açısıyla anlatılmış ve oldukça başarılı bir iş çıkarılmış.Boogie Nights ile Magnolia'yı karşılaştırdığımda gördüğüm tek fark etkileyicilikti.Boogie Nights bence Magnolia'ya göre daha etkileyiciydi çünkü Boogie Nights Magnolia'ya göre daha pesimist bir filmdi ve bilirsiniz ki insan psikolojisini pesimist filmler optimisit filmlere göre daha kolay etkiler.Ben Boogie Nights'ı izlemeye başlarken;"Bu film bence o sektörün ilk zamanlarını güzelce yansıtıyordur,hem nede olsa Amerikan filmi eğlene eğlene sıkılmadan izleriz" demiştim ama filmin son otuz dakikasında gerilimden kalbime ağrı girmişti ve benim için akılda kalıcı olmuştu.Magnolia için pek aynısını söyleyemiyeceğim ama Magnolia'nın Boogie Nights'tan aşağı kalır bir yanı yok, ikisi de süper filmler.


Şimdi en hoşuma giden iki karakteri sizin için incelemeye çalışacağım:

-Frank T. J. Mackey: Tom Cruise'un canlandırdığı Frank benim filmde en çok hoşuma giden karakter oldu.Frank ile Tom Cruise'un canlandırdığı diğer karakterleri karşılaştırdığımda diyorum ki;ya bu adam böyle bir karakteri bile nasıl güzel canlandırıyor.Tom Cruise'u genelde romatik,ciddi ve havalı adam rollerinde görürdük,bu filmde ise tam tersine çatlak ve sinir bozucu bir adamı canlandırıyor.Frank karakteri babasının onu ve annesini bırakması üzerine kanserli annesi bakmak zorunda kalıyor ve zor bir çocukluk geçiriyor,bu yüzden de büyüdüğünde böyle bir adama dönüşüyor.Açıkçası Frank'in insanlara hayal satması,umut vermesi ve replikleri gayet inandırıcıydı.Zamanında böyle hayal satan adamları ben de bol bol dinlediğim için o adamlardaki yapmacıklığı,verdikleri sahte hırsı ve açgözlülüğü gayet güzel yansıttığını düşünüyorum.

-Donnie Smith: Çoğumuzun Shameless dizisinden tanıdığı ve Boogie Nights'ta da oynamış olan William H. Macy'nin canlandırdığı Donnie karakteri filmdeki en aciz ve ilgiye muhtaç karakterdi bence.Karakterimiz yarışma programında yarışan Stanley'den çok önce başarılı olan,herkes tarafından deha olarak görülen ama hayatı ilerledikçe mutsuzlaşan ve yalnızlaşan bir karakter.Karakterimiz elindeki tek başarısı olan yarışma programındaki birinciliğini arada bir egosunu tatmin etmek için söylesede kimse takmadığı için mutsuzlaşıyor.Barda gördüğü barmenin diş tellerine sahip olursa insanların ona değer vericeğini düşünüyor ve bunun hayaliyle kendini kandırıyor ama aslında tek istediği şey içindeki sevgiyi birisiyle paylaşmak ve bunu " I really do have love to give! I just don't know where to put it!" repliğiyle de bize anlatıyor.Bence bu karakter ülkemizdeki orta kesme mensup birçok çocuğun geleceğini de gayet güzel yansıtıyor çünkü orta kesimdeki çocuklar da genelde küçüklüklerinde akademik olarak başarılı ama hayatın zorluklarından bihaber,reddedilmenin ne olduğu bilmeyen ve hayatı toz pembe gören çocuklar oluyorlar,aileri onların ileride hayatın gerçekleri ile yüzleşeceklerini bilmelerine rağmen bunu çocuklarına anlatmıyorlar.




Kısaca film müziklerinden bahsetmek istiyorum.Filmin müzikleri gayet güzeldi.Filmin fragmanını izlediyseniz fragman ile müzik arasındaki uyumu fark etmişsinizdir.Müzikler bazı sahnelerde filme ayrı bir duygu yüklüyordu ve izleyiciyı heyecanlandırıyordu.Fakat bana göre müziklerin şöyle bir problemi var;ben filmin müziklerini filmden bağımsız bir şekilde dinlemeye çalıştığımda çok sıkıldım ama bunun dışında müziklerde bir problem yoktu.

Filmdeki görsellik: Filmde açıkçası senaryo öne çıktığı için pek görselliğe dikkat etmiyorsunuz ama yine de görsel olarak ta güçlü bir film.Earl'ün evindeki ışıklandırmalar,kurbağa yağmuru ve yağmurlu havada arabanın içinde olan karakterler ve oradaki atmosfer gayet güzeldi.



Filmin en sevdiğim sahneleri:

-Kurbağa yağmuru: Bu sahne tartışmasız filmi ünlü yapan ve herkesin aklında yer edinen yegane sahnedir.Bu sahne filmin doruk noktasıdır ve karakterlerimiz mental çöküntü içindeyken başlar.Sahnenin sonlarına doğru bütün karakterlerimiz hayata yeniden bağlanır.Benim bu sahnede sevdiğim şeyler şunlardı;İncil'e yaptığı gönderme,yağmurun oldukça şiddetli ve yağan kurbağaların gerçekçi olması ve de son olarak önceden de söylediğim gibi karakterlerin hayata geri bağlanmasıydı.Bu sahnenin İncil'e olan göndermesinden de bahsedelim.Bu sahne İncil'in Exodus 8:2 bölümüyle direkt olarak ilişkili ve eğer filmi dikkatli izlerseniz aralardaki 8:2 göndermelerini fark edebilirsiniz.
                      






-Siyahi çocuğun ilk rap yaptığı sahne: Bu sahnedeki rapin sözleri çok komikti bunun dışında pek te bir özelliği yok ama yinede eğlenceli bir sahneydi.Bu sahnenin bir öncesindeki Jim'in siyahi kadının evine girdiği sahne de güzeldi.


-Sydney Barringer'in intiharı: Hayatta her şeyin mümkün olduğunu anlatan eserler hep hoşuma gitmiştir Magnolia da özellikle bu sahnesiyle beni mutlu etmeyi başardı.Bu sahne o kadar güzel ve şaşırtıcı ki bence filmin en güzel ikinci sahnesiydi.Düşünsenize sonunda ölmüyeceğiniz bir intihara kalkışıyorsunuz ama atladıktan sonra tam düşerken anneniz sizi kendinizin doldurduğu silah ile öldürüyor,ilginç!




Son olarak:Ben çok daha ağır bir drama bekliyordum ama ona rağmen film güzeldi.Herkesin izlemesini tavsiye ederim,sizin için güzel bir deneyim olur.



Filmin yapılış süreci ile ilgili bir belgesel: The making of Magnolia
İçinde Magnolia'dan kesitlerin bulunduğu güzel bir video: The beauty of Magnolia
İncil'e olan gönderme:Exodus 8:2







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mercedes Mon Amour (Sarı Mercedes) 1993 Film İncelemesi

Wall Street (1987) Film İncelemesi

Scent Of A Woman (1992) İnceleme